Pazartesi, Ekim 11, 2010

anlamak


"Bir insanın bir başkası tarafından anlaşılmak istemesi bana delilik gibi geliyor."
                                                                 Yasushi Inoue, Aşkın Üç Yüzü
                                                                                                  

"Ben bir şey anlamıyorsam eğer, o şey anlamsızdır." Karşımdakini anladığımı, gerçekten anladığımı ilk hissettiğim zaman küçüktüm. Unutmam, ilkokuldaydım. Bir arkadaşımla benim aramdaki basit bir sorun. Anladığımı hissetmiş ve ağlamıştım. O zaman herkesi anlamıştım, bir pürüz vardı elbette; "nasıl" anlamıştım?


İnoue'nin kitabının elime geçmesi ve okumam tam anlamıyla tesadüftü. Ben, Svevo'nun "İyi Yürekli Yaşlı Adamla Güzel Kızın Öyküsü" kitabını aldığımı sanırken, içinden "Aşkın Üç Yüzü" çıkmıştı. Çok şaşırmıştım ama bu ilk defa başıma gelmiyordu tabii, hem işin güzel tarafı oldukça sağlam bir kitap okumuş olmamdı.

Romanda, bir şiirle başlayıp, üç mektupla iyice karmaşıklaşan "hâlleri" anlatıyordu yazar. Bir adama yazılmış üç mektup; kız, eş ve sevgili. Şimdi yıllar önce okuduğum bu kitabı parçalar halinde hatırlıyorum. Kızın yoğun hüznü, annesine acıması, babasının sevgilisinden (çok yakından tanıdığı "o" kadın) korkması, nefret etmesi. Eşin, adama seslenişi; "ah, dört bir yandan korunan, ne kadar kocaman ve ele geçirilemez bir kalesin sen!". Kağıt üzerinde kalan bir evlilik, kocasının diğer kadına "başka" türlü bakması. "güç, bir erkekteki tek üstün nitelik değildir." Yeni bir hayata başlamak istemesi, "gerçek?" mutluluğu bulma dileği. Kocasını evliliğin ilk yıllarında (belki balayı) sonradan sevgilisi olacak kadınla deniz kıyısında görmesi. Tesadüf. Çok yoğun bir acı duyması, karar verme anı. Gitmek ya da kalmak. Şöyle diyordu kadın; "Bir fincan kahveyi tutmayı, edebiyattan söz etmeyi, müziğin tadına varmayı, makyaj yapmanın inceliklerini bile bilmiyordum. Ah! ne şaşkınlıktı benimkisi! Yirmi yaşında evli bir genç kadının şaşkınlığı! Ve bunu hiçbir şey, bir ressamın tuvalinin üzerine çizilmiş eğri ve arı bir çizgiden daha iyi anlatamaz. Belki güz başlangıcında, denize dalarken bu duyguyla tanışmışsındır. Hareket etmeye cesaret edememe, çivi gibi suyun soğukluğunu duyumsamadan hareket edememe duygusu. Ben de hareket etmekten korkuyordum. Ancak uzun zaman sonra karar verecek cesareti bulabildim: sen beni aldattığına göre, ben de seni aldatacaktım."

Zar zor katlanabildiği hüznün aşamalı olarak gücünü yitirmesi. Deliliğin sınırları, kalelerin arkasına çekilmek. Kalelerin karşılıklı dinginliğinin yıkılmaması. Soruyordu birden; "Sen, yüreğimin ortasına sıkacağın bir kurşunla beni öldüremez miydin?". (Elbette, Wilde!) Bir kadın, bazen, bir erkeğin aldatması sonucu bile bir tanrıçaya dönüşebilir, böyle düşünüyordu.

Romanda çok şaşırdığım bir yer vardı; kadının, kocasının kendisine silah doğrulttuğunu görmesi. Kadın biraz içkiliydi, eve döndüğünde iş için uzakta sandığı kocasını görüyordu. Ona arkasını dönerek terasa oturuyor ve kocasının hareketlerini camdaki yansımadan izliyordu. Sonrası şöyle; "Bana ateş edecek mi," diye kendi kendime sordum. Tabii ki silah dolu değildi, ama beni öldürmek isteyip istemediğini görmek, beni ilgilendiriyordu. Umursamaz bir tavır takındım ve gözlerimi yumdum. "Omzuma mı, sırtıma mı yoksa enseme mi ateş edecek diye düşünüyordum. Odanın sessizliğinde, sabırsızlıkla tetiğin kuru sesini duymayı bekledim, ama asla yankılanmadı. O sesi duymuş olsaydım kaskatı kesilirdim, çünkü yıllar boyunca tüm yaşamım olan kişinin seçtiği hedef olsaydım, ancak böyle davranmayı düşünürdüm."

Sakince sonlanıyordu mektup. Sevgilinin mektubu sonraya kalsın, bir zamana iki "anlama" yeter.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

"(...)
ötesini söylemiyeceğim bay yabancı
ben siz belki bilmezsiniz on yaşındayım
annem böyle konuşmak ayıptır dedi
annem o kadına şeytan diyor
bizim kediler de ona tuhaf tuhaf bakıyorlar
siz şeytanı çok seviyorsunuz galiba bay yabancı
siz şeytanı niçin bu kadar çok öpüyorsunuz
kabul ediyorum sizinki bizimkinden daha güzel
ama bizimki sizinkinden daha efendi daha utangaç
onu hiç görmedim o bize hiç gelmiyor
hele yağmur onu hiç deliğinden çıkarmıyor sanıyorum
ben yağmuru çok seviyorum bay yabancı
sizin ıslak saçlarınızı hiç sevmiyorum
tunusluların saçlarına benzemiyor sizin saçlarınız
bizim saçlarımıza benzemiyor sizin saçlarınız
ben karayım beni de amcamın oğlu seviyor
sizin o kadını sevmiyor süleyman
süleyman benden başka kimseyi sevmiyor
ben de onu seviyorum
onu ve bizim evi seviyorum
bizim evin her tarafı tahtadandır
ayrıca matmazelin üzerine
bir akrep atabileceğimi de düşünün
tam karnının beyaz yerinden tutarsanız bir şey yapmaz
ama onu matmazel bilmez ki o tam kuyruğundan tutar
sizin matmazel bir ölse siz onu bir daha göremezsiniz
halbuki bizim ölülerimizi teyzem görüyor
onlarla konuşuyor onlara ekmek veriyor
onlar ekmek yiyor anladın mı bay yabancı
matmazel bir ölse ona kimse ekmek vermez
onun için gidip şapkalarınızı da beraber götürün
melekler bir demir parçasının üzerine oturmuşlar
her biri bir damla atıyor aşağıya
işte yağmur bunun için yağıyor
ben bunun için yağmuru seviyorum
yağmur bizim için yağıyor
çalılar için süleymanın tabancası için
kalkıp gidin kırmızı kiremitler üzerine
bizim tahta evin üzerine yağmur yağıyor"

sezai karakoç