Biraz felsefe;
(Elbette Yiğit Özgür)
Biraz film;
(Spoiler vermeyip filmden bu kareyi koymam gerçekten çok komik!)
"¿Quién puede matar a un niño?", İspanya yapımı bir film. Daha çok, "Who Can Kill a Child?" adıyla biliniyor. Film, evli bir çiftin bir tatil kasabasına gelişiyle açılıyor. Kadın hamile ve filmin bütününde çiftin peşini bırakmayacak olan talihsiz olaylar daha kasabaya adım atmalarıyla başlar. Sahilde bir kadın cesedi bulunur, gitmek istedikleri adaya giden geri dönmemektedir(!) ve çift adaya ayak bastığında sakinlik kavramının "en yoğun" hâliyle karşılaşır. Filmi anlatıp seyir zevkini öldürmenin anlamı yok, sadece tüm kült filmler gibi oldukça etkileyici bir yapım olduğunu söyleyebilirim. Ben 70'lerin tarzını beğenirim (Poliş bayılır:)), korku filmlerini de severim, böylelikle film benim için oldukça ilginç bir deneyimdi. Ben filmi seyrederken son zamanlarda arka arkaya çekilen ve çocukların kullanıldığı korku filmlerini düşündüm. Ils dışında hepsi çok kötüydü. Bu filmle hem güzel bir korku izledim hem de o yılların atmosferinin tadına vardım. Ils (Onlar) filmini daha sonra uzun uzun anlatmalıyım, çok etkileyiciydi. Burada kısa kısa geçmek olmaz. Bir de bu filmlere benzeyen The Strangers öyle kötüydü ki o filmi anlatacak kelime bulamıyorum. Dedim ve rahatladım:)
Biraz laf;
(Yine Justine, yine sahil ve yine laflıyor!)
Çok ama çok hızlı geçti bugün. Doğru düzgün ne temizlik yapabildim ne de başka bir şey. Masterchef'i izlemiştim, ciğer yaptılar, ee akşama yemek yok ben de yapayım dedim. Çıktım markete gittim, hem hava alırım hem de ciğer hesabıyla. Hava güzel, burada sıkıntı yok fakat markette saçma sapan bir şey oldu. Bir ürünün fiyatını sormuştum (zaten doğru düzgün bir market bulsam, kapısında yatacağım, o kadar), çalışan çocuk yüzüme bakmadan, "üzerinde yazıyor arkadaşım", dedi. Hah ha, işe bak! Sonra bana yaklaşırken kibarlaşma belirtileri göstermeye de başlamıştı ama (gülümsedi, hemen bakayım dedi vs. vs.), ben "arkadaşım" lafına takılmıştım bir kere. Şimdi beni bilen bilir, hayatta başkalarına bulaşmam, kavga etmem, utanırım, yüzüm kızarır, kalbim hızlı hızlı atar, kimseye hesap filan sormam kısaca. Bu sefer merak ettim; "nerede yazıyor" ve "arkadaşım dediniz tanışıyor muyuz", dedim. Burada bir açıklama yapmalıyım; arkadaşım kelimesi çok tuhaf hisler uyandırıyor bende. Hani, canım arkadaşım, güzel arkadaşım, kaç yıllık arkadaşımsın, filan deriz ama tek başına "arkadaşım" kelimesi beni çok rahatsız ediyor. "Güzel kardeşim" lafı da öyle fakat onun şimdi konumuzla ilgisi yok:) Aman neyse, adam kibarlaştı, hanımefendi diye geveledi, fiyatı kasadan öğrenip (gerçekten yazmıyordu, sonuç; 2-0 :)) söyledi sonuçta. Burada önemli olan, ben tanımadığım bir insanın yüzüne, ilk defa bir dakikadan fazla baktım! Vallahi, adama o cümleyi söylerken bir süre gözlerimi ayırmadım ondan. Hah ha, çok saçmaydı. Ve korkunç! Ciğer de alamadım zaten. Sanırım herkes o programı seyretmiş.
--------------
Arabayı devamlı park ettiğim bir yer var, apartmanın biraz uzağında (epey!), bir tek orası boş kalıyor (bazen orası bile doluyor ya neyse), ve her park edişte perde aralanıyor, yaşlı bir adam bana bakıyor. Göz göze geliyoruz ama ben hemen kaçırıyorum bakışlarımı. Saat gece ikide, dörtte, sabahın köründe, akşam fark etmiyor, ne zaman olursa olsun o perde aralanıyor ve amca bana bakıyor. Uyumuyor adam! Penceresi yüksekte kesinlikle önünü kapatmıyorum fakat insan yine de huylanıyor. Ne bileyim; rahatsız mı oluyor acaba, nedir, ne değildir diye. Dün akşam yine aynı şey oldu. Bu sefer arabanın aynasını kapatırken adama gülümsedim ve iyi akşamlar dedim. (Bir de ben gecenin bir vakti geliyorum eve, çok ıssız o sokak. Biber gazıyla hızlı hızlı yürüyorum, yine de bir şey olursa haber verecek biri olsun istedim. Adam uyumuyor ya:)) Elbette beklediğim cevap geldi; "biraz ileriye kaydır kızım, olur mu", dedi. "Tabii tabii", dedim hemen. Şimdi evin genişliği benim araba kadar ama ne yaparsın el mahkum, adamı rahatlatayım, arabaya zarar vermesinler filan. Sonra, "ben aslında buraya park etmek istemiyorum", diye uzun bir cümleye başladım. "Siz de, göz kulak olursunuz değil mi arabaya", diyerek bitirdim konuşmayı:) "Tabii canım tabii, bakarım ben", dedi. Hâlâ, ciddi miydi yoksa benimle kafa mı buluyordu bilmiyorum. İyi bir adama benziyordu, gülümsüyordu, kibardı ama ne bileyim bu devirde kimseye güvenilmiyor ki:p
---------------
Hastanede bir "arkadaşın" (hah ha!) benimle yaptığı konuşma daha ilginçti ama anlatacak hâlim kalmadı onu da sonra, unutmazsam yazarım. Ayrıca, akşam yemeğinde ciğer yoktu fakat biftek, patates püresi, sigara böreği ve mantar kızartmasıyla güzel bir yemekti. O kadar da tembel değiliz yani:p
Şimdi bir film seyretmeliyim. Hadi bakalım!