(bakın hüzünlü Justine, görece tabii)
Dün gece, saat dört gibi, belki daha da geç bir filme başladım. Aslında tam anlamıyla yatma pozisyonundaydım, yatakta uzanmış laptop'ı yanıma almıştım ama uyumadım tabii. Ne şaşırtıcı! Habitación en Roma (Room in Rome) filmini seyrettim, saat beşi geçerken bıraktım, sonu kaldı artık, olsun. Julio Medem'in yere göğe koyulamayan Lucía y el sexo filmini de beğenmemiştim (berbattı!) aslında, kötü bir seçimdi bu yüzden. Ama o saatte de sadece bu tarz bir film giderdi sanki, ne bileyim. Neyse, filmde iki kadının -birbirini daha önce tanımayan- bir gecelik ilişkisi anlatılıyor. Filmde kadınların orgazm sahneleri o kadar yapay, yapmacık, komikti ki, gülsem mi ağlasam mı şaşırdım. İkisini de yapmadım tabii, biraz doğrulup, elma yedim;p Dişiyle dudağını hafif ısıran kadın, iki saniyede atılan zevk çığlıkları, estetik bir pozisyon olsun diye oluşturulan anlamsız duruşlar, yok dostum yok bu kadar da değil diyerek saate bakmama ve filmin sonunu beklemeden uyumama neden oldu tabii. Bir iki şiirsel söz, kadınların birbirlerine devamlı hikaye anlatmaları (bkz; binbir gece masalları), yalan söylemeleri, otel odasının güzelliği sayesinde kurulan sanatsal kareler hoştu, Roma'ya gidersem bir gün öyle bir otelde kalayım bari dedim, bu film sadece bu işe yaradı benim için, o kadar.
Kadınlar konuşup, ara ara sevişirken Rus olan bir vibratör istediğini ve ancak bu şekilde bir şeyler hissedip, boşalabileceğini söyledi. Daha maskülen olan diğeri, aramıza giren erkeksi şeylerden hoşlanmıyorum diyerek oldukça feminist(!) bir söylemle bu isteğe karşı çıktı. Küçük şarap şişesi önerisini ve diğer komik seçenekleri de aynı şekilde reddedip, sevişirken parmağını "elbette" kullandı! Gerçek kadın nasıl "olmalı", nasıl mutlu olunur soruları, bu filmde de gösterilen, bu tarz kelimelerin ve ön yargıların hayatı (belki ilişkiyi) şekillendirmesi şaşırtıcı. Beauvoir, Kadınlığımın Hikâyesi adlı kitabında kendisinden hayli genç (on yedi yaş küçük) bir adamla yaşadığı ilişkinin onu ürkütmediğini, Sartre ile olan ilişkisini bozmadığını, ama bunun, onun hayatında sürekli bir macera değil, ancak bir süre devam eden bir parça , sonunda kopmaya mahkûm bir zerrecik oluşuyla mümkün olduğunu anlatıyor. Ne tuhaf, rahatlığa ve bağımsızlığa düşkün bir kadın bile kafasındaki düzeni dağıtıp, yıkamıyor. Karışık işler bunlar.
----------------------------------
Hatay'a (eskiden oturduğum semt) gittim bugün, bankaya ödeme yapmaya, bir de postaneye uğradım. (Hava çok güzeldi, evde donarken dışarıda terlemek çok saçma, bir türlü ortayı bulamıyorum ben.) Böyle küçük işler için dışarı çıkmak sağaltıcı bir şey oluyor benim için, kendime geliyorum. Etrafı seyrede seyrede yürürken, kim ne durumda, moda nereye gidiyor filan öğreniyorum hem, güzel şeyler bunlar. İki çocuk yürüyordu benim kaldırıma doğru, ya hurda işiyle uğraşıyorlardı ya da kağıt toplama, tam bakamadım. Biri diğerine "lan Adem, sen bu kadar tipsiz misin ki hiçbir kız sana bakmıyor?", diye bol gülüşlü ve gevrek(!) ses tonuyla bir laf attı, diğeri de güldü ama ne cevap verdi duymadım, hızla ilerliyordum çünkü. İlk başta laf atan çocuğa kızmıştım çok acımasız diye, fakat çocuk gerçekten çirkindi dostlar, o kadarını gördüm valla. İçimden, "Adem ayvayı yemişsin yavrum, hiç şansın yok, ne kötü", diye üzüldüm ayrıca. Şimdi çocuk karizma yapsa yapamaz, öyle bir şansı yok, arkadaşının bile diline düşecek kadar çirkin üstelik. Eee, ne yapsın Adem bu durumda, hiç tabii.
--------------
Postanede sıranın bana gelmesini bekliyor, kitabımı okuyordum, bir kadın benimle konuşmaya başladı, "üç saattir bekliyorum ne biçim postane burası", diye söylenip benim de fikrimi almak istedi. Alıştım ben, dedim (bak bak!), sonra başından geçen bir olayı anlattı kadın bana. Bozyaka ssk'nın mutfağında çalışıyormuş, orada kullanılan çamaşır suyu ve eldivenin tepkimesi sonucunda kolunda yanık izi gibi bir yara olmuş. Gösterdi bana, kötüydü. İş yapmanızı etkiliyor mu dedim, tabii, sinirler ölmüş filan falan dedi, doktorların ona söyledikleri işte, bilirsiniz. Şikayet etseniz, bir avukata danışın lütfen, dedim ama sonucun sıfır olduğunu bile bile konuştum tabii. Çok yere başvurmuş, taşeron firmanın hastane ile sözleşmesi bitince kadını da işten atmışlar. Öyle saçma ve öyle tanıdıktı ki durum sadece anladım ve çok geçmiş olsun, dedim. Böyle işte, biraz konuşunca birileriyle, kendi sıkıntın başkasının sıkıntısıyla yer değiştiriyor. Başka da bir şey olmuyor. Kibar bir kadındı, çok ince sözlerle vedalaştık. Kitabımı kapattım sonra, öyle etrafı seyrettim.
-------------
Dönüşte bir tane deniz levreği ve kıvırcık marul aldım, bir de bir kızın telefonda karşısındakine söylediği sözü duydum; "seninle tanıştığım güne lanet olsun!" Bir hışımla yanımdan geçti, arkasından bakakaldım, hayatta böyle laf edemem birine ben. Asla! Doğrusu, böyle bir şey desem bile arkasından yüz tane şey daha derim; "aslında o kadar da değil, iyi birisin sen, ben de şunu şunu yaptım sana, ikimiz de..." vs. vs. Çok mıymıy bir şeyim sanırım, kızda ise omurgalı bir duruş vardı, biraz fazla bağırıyordu o kadar;p
İzmir'in küçük bir bölümünde bunlar yaşandı işte, gerisinde ne olabilir ki? Bence koca bir hiç.