Cuma, Ağustos 17, 2012

yazın gölgesi dalgınlığımı örterken


"her gece gönlümün masalını okuyorsun
ertesi gün beni bir masal gibi unutuyorsun"

h.a. saye
...

"sesime taşlar gibi kulak veriyorsun
taştansın ve duymaksızın unutuyorsun

ilkyaz sağanağı gibisin ve pencerenin uykusunu
vesvese darbeleriyle darmadağın ediyorsun

okşayışın yeşil dalı elimi
ölü yaprakların kucağına atıyorsun

şarabın ruhundan daha sapkınsın ve gözü
aleve kesip kendinden geçiyorsun

ey kanımın bataklığının altın balığı
sarhoşluğun hoş olsun beni içiyorsun zira

sen gurubun menekşe rengi vadisisin ve gündüzü
göğsüne bastırıp söndürüyorsun

senin Furuğ'un gölgelerde kaldı soldu
onu neden Saye ile (gölgeyle) karartıyorsun"

gazel/furuğ 

  
Tatile gitmeden önce C.'ye vermek için İranlı şair Furuğ'un bir kitabını atmıştım çantama, yukarıdaki dizeler o kitaptan. Furuğ, şiirine yine başka bir şairden (memleketlisi Hushang Ebtehaj) aldığı dizeyle başlamış ve işte yukarıdaki şiiri yazmış. Bu dizeleri yüzdükten hemen sonra okumuştum. Elim, benim kitabıma uzanacağına yolunu şaşırmış ve Furuğ'un kitabını bulmuştu o gün. Bugün ise C.'nin kitaplarını düzenlerken çıktı yine karşıma, ben de bıraktım her şeyi şiir okudum.  Şiirin neye iyi geldiğini, hangi yarayı daha da kötü ettiğini bilmiyorum hâlâ, düşünüp düşünüp bulamadığım şey bu.
Olympos'taydım. Çok çok güzeldi bu sefer orası. İlk başta iki kişiydik, sonra Poliş ve ablam da geldi, sonra başka insanlarla tanıştık, sonra sonra, sonrası güzel bir tatil oldu. Biraz durgunum bugün, sabahtan beri ciddi bir dalgınlık var üzerimde. Ben size kanepeden bile düşecektim diyeyim de anlayın gerisini, öyle işte. 
Balthazar'ı deniz kenarında yarıladım, ama İstanbul'a geleli elime almadım yine, huyum batsın mı denir, tamam yahu, ondan diyorum kendime. Güneş, deniz ve sıcağın yazarı Durrell, harika bir eşlikçiydi bana, bilmiş ve küstah bir mihmandar;) Ben Durrell'in kibirli dilini seviyorum, kısacık bir konuşmamız olmuştu deniz kenarında C. ile -tam da bu konuda-; ben sevmem o dili demişti, ben edebiyata yakışan bir dil olduğunu söylemiştim. Sonra susup gökyüzünü seyretmiştik. Hemen hemen şöyle bir manzarayı;
Herkesi, her şeyi susturacak, kelimeleri unutturacak kadar tuhaf bulutlara bakmıştık. Şimdi kıyamet kopmazsa hiçbir zaman kopmaz, demiştim, gülmüştük. Elimdeki kitaba dönmüştüm, başı yukarıda, havalı ama çok yalnız sözcüklere, saf bir yalnızlığa;  "... yatağa girdiğimde sarhoş gibiydim, başım ağrıyor, kentin yankılarıyla çınlıyordu - yeryüzünde başka örneği olmayan o kentte, birbirine en uzak soylar, en yabancı alışkanlıklar buluşabilir, ruhsal yazgılar kesişebilir. Tam uykuya dalacağım sırada şu sözleri yineleyen dostumun yavan sesini duyar gibi oldum: 'ne kadarını öğrenmek istiyorsun... daha ne kadarını öğrenmek istiyorsun?' Ona düşümde şöyle yanıt verdim: 'o kentten kurtulabilmek için her şeyi öğrenmeliyim.' ..."
---
Ben İstanbul'dayım şimdi, peki siz ne yaptınız görüşmeyeli, içinizdeki boşlukları, karanlık delikleri hangi yöntemlerle, nelerle ve nasıl örttünüz?

22 yorum:

Adsız dedi ki...

Canım Justine!
Seni öyle seviyorum ki! Şiir çok güzel, çok... Burda Alice şarkısını seçmen ne garip. Garip, çünkü iki gündür aklımda bu şarkı var. Hatta bu gece Cihan Lily'i yatırırken ona Alice Harikalar Diyarında'yı okuyordum ve birden yine bu şarkı geldi aklıma ve mırıldandım. Lily'e mırıldandığımı anlatmaya çalıştım,ne anladı bilmiyorum ama yarın şarkıyı dinleteceğim. Bakalım beğenecek mi? Aramızda telapatik bir bağ mı var kardeşim?
Seni seviyorum çok...
serap

aglea dedi ki...

justine, füruğ bambaşka bir şair, nerede ve ne halde okursan oku, o güzel hüznü yakışır, hiçbir an yersiz durmaz di mi.

olympos'a gitmeyeli yıllar oldu. zaten epi topu bir kere gitmiştim, ama unutamadığım bir yerdir. hala güzel kalabilmesine çok sevindim. hem de, her saniyesiyle gelip gözlerime durdu anısı...

nereden dönersen dön, bir tatilin son durağı olabilecek en güzel yer, bence de istanbul.

iyi tatiller, justine.

Ebru dedi ki...

Bu güzel yazınn ardından ve sorduğun sorunun güzelliğne hiç yakışmayacak bir yanıt vereyim:) Çalıştık sadece.
Hala da devam sabaha izmir yollarına düşüyorum oğluma kavuşmak için.
Hoş geldin

Adsız dedi ki...

Canım Justine,
Söylemeyi nasıl unuttum bilmiyorum ama, headerdaki yeni fotoğraf çok güzel. Lily'le bakıyorduk. Ne dedi bil bakalım. " Saçları çok güzel, yüzü de, atleti de güzel." O da aynı fikirde olduğuna göre burdan güzelliğin göreceli olmadığı yargısına varabilir miyiz:))
serap

Elektra dedi ki...

Ben de tatildeydim yine bu ara. içimdeki boşluklar yollarla doldu ya da sorduğun soruya yakışır bir yanıt verecek olursam. bir yöntemse eğer hepimizin paylaştığı, kitap da okudum yine bol bol. iki kitap bitti bu tatil kısmında. Hasan Ali Toptaş'ın "Gölgesizler"i ve Sezgin Kaymaz'ın "Geber Anne"si. şiir okumadım ne zamandır elime kitap alıp. işte siz takip ettiğim arkadaşlarımın paylaştığı şiirlerle sınırlı uzun süredir şiirle ilişkim. nedense alınıp da ele baştan sona da okunmaz gibi geldi bana hep şiir. Böyle işte. Hoşgeldin şehrimize tekrar :)

zapere dedi ki...

C ile ortak konularınız çok mu? Yoksa farklılıklarınızın zıtlığından mıdır yarenliğiniz?? :)

alkım doğan dedi ki...

Justine, hoşgeldin İstanbul'a! Geziyorsundur sen şimdi. Çay ocağına da uğradın mı? İstanbuldayım deyince aklıma ilk orası geldi nedense.
İskenderiye Dörtlüsü'nü üniversitede iken okuyup sersemlediğimi hatırlıyorum. Sanırım o zamana kadar okumadığım türden bir şeyle karşılaşmıştım ve çarpılmıştım. Justine karakteri (bir de İskenderiye'nin yazı, kaldırımları) zihnime kazınmıştı adeta. Dört beş yıl önce tekrar Justine'i okudum. Benim için yine çok etkileyiciydi. Fakat zaman zaman bir şeylerin fazlasıyla arabeskleştirilmiş olduğu hissine kapıldım. "Justine" düpedüz egzotik bir yaratıktı. Oryantalist bakış eleştirilerine hak verdim. O gün bugündür aklımı kurcalayan kitaplardandır İskenderiye Dörtlüsü. Sen yazınca tekrar okumak istedim.
Furuğ'un şiirlerinden konuşmuştuk geçenlerde. Aglea'nın bir yazısı üzerine. O yazıyı da ekleyeyim buraya.
http://ztopya.blogspot.com/2012/05/khaneh-siah-ast-furugun-gozleri-kadar.html#comment-form

sevgiler Justine. gelirim yine;)

Mehmet dedi ki...

"içinizdeki boşlukları, karanlık delikleri hangi yöntemlerle, nelerle ve nasıl örttünüz?"

Kitaplarla, sayfalar, satırlar, sözcüklerle. Örtemedik. Örtmeye çalıştık belki.

Bir kitap geçti elime; Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde. Onu okuyorum. Biraz şarap, bir de masamın etrafında dolanıp duran Mavi (muhabbet kuşum(uz)) nereden girdiyse bir de gece kelebeği kondu kalemin üzerine. Bugünün bayramın ikinci günü olduğunu söyleyenler var.

Ben pek ihtimal vermiyorum. Kitabıma dönüp, annesinin-babasının ölümünü anlat(ama)maya çalışan bir çocuğun acılarına katılıyorum. Günler geçiyor.

Adsız dedi ki...

merhaba Justine,

Ben hicbirsey ortemedim, sinsi sinsi tatilde de buldular beni...karisik kafa, nereye gidiyorum, ne yapiyorum sorulari...adim basi hatirlanan gecmis ve anilar, bazen nefes aldirmiyor.
Hep yanlis yapiyormusum gibi geliyor bana, butun aldigim karalar kotu sanki, cok uzuluyorum. Kendimi hicbir yere ait hissetmiyorum artik... ozur dilerim.
natali

justine dedi ki...

Canım!
;)

Şiir çok güzel, evet. C. bu tatilde elinden düşürmedi kitabı, ki Furuğ'un güzel dizeleri olmasaydı ne yapacaktı kendi -sıkıcı- kitabıyla bilemiyorum;p

Smokie'yi ilk senden duymuştum, sonra başka bir Odtü'lüden, ve sanırım sizin okulda bu grup çok popüler diye düşünmüştüm, öyle hatırlıyorum. Alice'i seviyorum ben, hatta "who the fuck is alice"i daha çok;) Tuhaf bir şey var o şarkıda, hem çok neşeli, hem de çok hüzünlü. Sözlerinden bahsetmiyorum üstelik, müziği yetiyor bana.

Dinlettin mi Liliş'e şarkıyı, eminim beğenmiştir. Lilişka iyi müzikten anlıyor gerçekten;p

Aramızda bir bağ kesinlikle var kardeşim, bana inan;p Ben de seni çok seviyorum, herkese sarıldım. Canım.

justine dedi ki...

Agleacığım, n'aber?;)

Özlemişim sizinle sohbet etmeyi (burada tanıştığım, harika konuşmalar yaptığım herkesle), çoook çoook uzun bir ara oldu sanki. Eskiden daha sık yazışırdık, alışmışım. Furuğ hakkında yazdıklarına katılıyorum, hüzün onun kara gözlerine yakışıyor. (Aslında sevmem biliyor musun, hüznü birilerine yakıştırmayı, ama bazen yapacak bir şey olmuyor. Bazı kişiler söz konusuysa eğer yapacak "hiçbir şey" olmuyor, işte bu da böyle bir durum;))

İstanbul candır, ve ben burada sanırım gerçekten gezginim. Tadını çıkarabiliyorum şehrin, ama eğer burada yaşasaydım aynı şey geçerli olur muydu bilmiyorum. Yaşadığın şehir bazen kafanı karıştırır, yorar, sıradan, kötü bir alışkanlıkla sarar seni, bunu çok iyi bilirim. Zaten bu bilgi olmasaydı çoktan gelip yerleşmiştim bu muhteşem şehre, ama ı ıh, şimdilik böyle gayet iyi;))
--------

Tatil dileği için teşekkürler Agleacığım, bir iyi bir kötü geçiyor işte, ve ben -her şeye rağmen- hiç bitmesin istiyorum;)

Çok sevgiler.

justine dedi ki...

Sevgili Ebru, sen çoktan İzmir'e gidip geldin değil mi? Ben yorumlara cevap yazana kadar millet Hicaz'a gider tabii;p

Oğlunla kavuşman muhteşem ve hoşbulduk Ebrucuğum, teşekkürler. Sevgi ve selamlar.

justine dedi ki...

E heh, thanks darling;p O, Liliş ve senin güzelliğin tabii, yoksa güzellik elbette görelidir;)

Çoook sarıldım tekrar;)

justine dedi ki...

Elektracığım, yine tatildeydin demek, ne güzel!;) Sen tatilde olmadığın günleri söyle istersen, daha pratik olur;p

Gölgesizler, güzel bir roman, benim çok çok etkilenip beğendiğim kitaplardan değil, ama keyifle okumuştum yine de. Toptaş'ın büyülü ve akıcı dilini severim.

-------
Diğer kitabı ise -ve yazarını tabii-, hiç duymadım, beğendin mi peki, nasıl bir kitapmış (roman?)? Yeni yazarlar karşısında septik davranırım ben, yanlış bu biliyorum, fakat böyle. Üstelik o kadar çok kitap varken okunacak, sağlamlığı kanıtlanmış binlerce harika roman varken pek saçma da sayılmaz sanki bu şüphecilik, ne dersin?;p

Şiir kitapları benim için de öyle baştan sona, ele alınıp bir kerede okunmaz. Şiir ihtiyacın olduğunda yanında olur, kendisini okutur. Ve şiire herkesin, mutlaka ihtiyacı vardır. Şiir okumayan insandan korkarım ben. (elbette posta gazetesi şiirlerinden bahsetmiyorum;)) ki bu ülke insanının o tür şiirlerle ilişkisi gayet iyidir. sorsan hepsi şiir yazar, okur ama bir tane şair adı bilmez, tanımaz. herkes kendine şair tabii;p)

Böyleyken böyle.
-------

Hoşbuldum güzel şehrinize, bir de gezerken aklıma geliyorsunuz söylemeden geçemem bunu;)

Çok sevgiler Elektracığım.

justine dedi ki...

Yok, farklılıkların zıtlığı palavrasına inanmam ben Zapere (farklılıkların zıtlığı nedir yahu, komik oldu okuyunca;)), daha çok uyuma inanırım. Çok tartışıyoruz, pek çok farklı düşüncemiz var ama sanırım ortak konularımız da epey fazla. Konuşacak konu bulmakta zorlanmıyoruz örneğin, beraber susmak konusunda da iyiyiz. Eh yarenlik denilen şey tüm bunların toplamı olur diye düşünüyorum;)

Şimdi düşündüm de, saçma geldi birliktelik hakkında konuşmak. Ve belki de ben bu konularda bilgisizim, cevap verecek uzman değilim işin doğrusu, susmak en iyisi ve sözü şiire bırakmak (Elektra'ya selam olsun;). Lale Müldür'ün "Modern Aşk" diye bir şiiri vardır, çok severim ben, onu yazayım buraya. Orada, "bunu yapan biri var", der, çok çok severim o cümleyi. Bakın şöyle;

"gemilerde, otobüslerde, uçaklarda
gittim seni bulmak için
seni yani doğru kişiyi.
doğru kişi kim?
doğru kişi bazen en yakınında
olabiliyordu insanın,
bazen en uzağında...
bunu bilmiyorduk.
sonunda doğru kişiyi değil
hep kendimizi buluyorduk.
aldırmıyorum ben şimdi
intizar ettiğim birisi yok.
dua ediyorum hayatıma giren
yanlış kişiler için.
bana gelince ben
hazan yüzlü bir adamı aradım hep
bir sonbahar günü beyaz pardesüyle
kurumuş yaprakların üstünden
kapımı çalmasını bekledim.
gelse ne olacaktı?
onu da bilmiyordum ya
olanaksız bir şey istediğimin farkındaydım.
yine de gemilerde, otobüslerde, uçaklarda
onu aradım. bir tren bana adını söyledi.
modern aşka üç gün
inanabilirdim oysa ben.
uzun araştırmalar sonucunda
modern aşk hususunda
diyebileceğim beş satır bir şey var.
artık çok da kafamı yormuyorum doğrusu
diyeceğim şu:
bunu yapan biri var
bir ilişki bitiyor
kadın kadın olduğu için mi
erkek erkek olduğu için mi bitiyor?
bunu yapan biri var."

Sevgiler.

justine dedi ki...

Uğradım uğradım!;) Geçen akşam gittik Telis'e Alkımcığım, hatta bu sefer Samatya'ya gidişim geç oldu biraz. Hani çok gezdim oraları, yakın üstelik, hep giderim der ya insan, öyle oldu sanırım. Sonra işte geçen gün, aaa İstanbul'da bunca zaman kalıp Samatya'ya uğrayamayacak mıyım ben, olmaz öyle şey dedim ve gittik;)

Durrell'in dili kibirli evet, hatta eleştiriler haklı; düpedüz oryantalist bir dil yazarın dili. Fakat yazıda da dedim ya, ben bu dilin romana yakıştığını düşünüyorum. Bir de şöyle bir şey var Alkımcığım, ben eskiden olduğu kadar sert değilim artık. Eski ben, her şeyi eleştirirdim, herkes eksikti bana göre, yazarların kibrini eleştirirken kullandığım dil onlardan daha havalıydı, inan bana öyleydi!;p Şimdi bir şeyi değerlendirirken her şeyden bağımsız, tek başına düşünüyorum o şeyi. Durrell'in dili güzel mi, güzel, zekice mi yazdığı şeyler, evet öyle, akıllı bir adam ve farklı şeyler mi anlatıyor, kesinlikle!, eh tamam öyleyse, oryantalizm de onun küçücük kusuru olsun, ne var yani? Hem hangi yazar kusursuz ki?;p

İskenderiye Dörtlüsü keyifle okuduğum harika bir roman dizisi, iyi ki yazmış diyorum özetle;)

------
Aglea'nın sayfasındaki sohbeti hatırlıyorum, çok güzeldi, tekrar hatırlamak da iyi oldu, link için teşekkürler canım.

Benden de çok sevgiler Alkımcığım, sarılıyorum sana.

justine dedi ki...

Mehmet hoşgeldiniz, sevindim yorumu okuyunca.

Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde, öykü kitabını duymuştum. Adı ilginç gelmişti, gülmüştüm hatta ilk duyduğumda. İletişim'den çıkan kitaplara ayrı bir güvenim var benim, ön yargı işte, olumlu olanından tabii;)
Nasıl, beğendiniz mi kitabı?
---------

Peki gerçekten bayramın ikinci günü müymüş, öğrendiniz mi? Ben de pek ihtimal vermem söylentilere, kitaba dönmek hep en iyisidir.
Ve elbette günler geçiyor, geçsin bakalım.
-------

Mavi'ye, davetsiz misafir gece kelebeği'ne ve size çok sevgi, selamlar Mehmet, özlemişim sizi.

justine dedi ki...

Canım Nataliciğim, nasılsın, ne güzel oldu tekrar sesini duymak.

Kafa karışıklığı biter mi hiç? Ya da şöyle; bitse, biz biz olur muyuz? Yanlış yapsan ne olur ki Natali, boş ver yanlışı, doğruyu. Ben de çok takıyordum, bıraktım artık. Bazen, birden ve ani ağlama nöbetlerim oluyor tabii, ama daha iyiyim şimdi;) Üzülme lütfen, ve bir yere ait olmak zorunda değilsin, sakın unutma bunu.
---------
Ayrıca bu yazdıklarımı tavsiye filan diye düşünme, ben kimim ki öğüt vereceğim sana, kelin merhemi olsa durumu var üstelik;) Sadece seni yürekten, içten anlıyorum. Neden özür diliyorsun, istediğin zaman yaz bana, buraya yazmak istemezsen özelden yaz. Sıkma canını lütfen, üzme kendini.

Çok sevgiler Natali, sımsıkı sarılıyorum sana.

zapere dedi ki...

Farklılıkların zıtlığı aynen yazdığınız şiirin bahsettiği şeydi. 5 parmak birbirine benzemez derken, benzersizliğin(erkek-kadın ya da..) zıtlığını da katınca üstüne katmerli kremalı sosa dönüşürki keşfedilecek evrene kaşiflerin gözüyle bakmanınkeyfidir yaşanan........... Uyumun monotonluğuyla işim yok, eğer uyum arıyor olsaydı dünya onca çeşitliliği barındırmazdı (iç)dünyamızda...... Sevgiler:)

Mehmet dedi ki...

Kitabı beğendim. Deli Kadın Hkayeleri adlı mine Söğüt'ün kitabıyla beraber başladım. İkisi de aynı günlere bitti. İkisi de güzeldi.

Bir şir de ben ekleyeyim.

KİRLENMİŞ KAĞITLAR

Bilir misin bekleme salonlarını küçük istasyonların?
Akşam saatleri, uzak İstanbul’a, Ankara’ya,
Dünya’ya birden iner karanlık. Ve üstüne sinmiş is
kokusuyla, hep geç kalırsın artık.

Uykusunu alamamış beden, acımış yağ ve
tanımadığın bir koku ortalıkta. Belli ki çoktan gelip
gitmiş posta. Ve ışık ışık geçen hızlı tren durmaz
bu aralıkta. Geç geldin.

Bir söylentiyle büyütülür herkes: “Gündönümü
şenliklerin ateşleri sönmeden geri döner
zemheri. Tipiye karışır erkenci çağla, çiğdem…
Savrulur erik çiçekleri. “Boy atamayan ahlat
yineler: “Geri döner zemheri…”
Ve tadını kalın kabuklar ardına saklar…

Kadınlar, ki yoklukları farkedilir olsa olsa. Kadınlar,
bir yazma, bir renk, bir devinim… Karıncalar kadar
olağan… Payları karıncalar kadar hayatta.
Göçerler, trenleri tanımadan. Selvisiz ve söğütsüz
bir ıssızda, katar katar gece taşları.

Bekleme salonları. Ucuz tütün, mektup torbası ve
bir öykü: cılız ışığıyla. Susuz ve ışıksız köylerin
kapısı. Dünyayı bir durak sayanlara, örnek:
“Budur payına düşen. Bekle…”
Ve gökte gecikmiş bir turna katarı.

Bilir misin bekleme salonlarını?

II

Gül desem gocunur musun, her gördüğüm çiçeğe.
Her dikeni gül saysam… Böyle kıraçlar varmış,
dinledim: Gül diye adlandırırmış her rengi,
Ve gül kokarmış ortalık. Sonra sevdanın
ulaşmadığı kuytularda, karasevda olmuş her
tanışıklık.

Ah, dilini anlamadığım kalabalık…

Suçludur erken açan ve erken geçen çiçek
Rüzgâra sinen koku. Yaban diye adlanır
utangaçlık. Hırsızlık yasak ama yağma helâl.
Kirletilmiş düşler, parçalanmış yürek…
Gülün morardığında menekşe sayıldığı…
Gülün tanınmadığı gerçek…

Ah, sesime sağır yalnızlık…

Güzle ballanacak dikenleri tanı. Dil buran
meyvelerden sakın… Ağuludur terle, kanla
sulanmayan ürün. Eldeğmemiş bahçe,
görülmemiş düş hayretmez.

Ey adım uydurduğum koşu… Yorulmaz aşk…
Yetinmez aşkınlık.

Yazar : Sennur Sezer

justine dedi ki...

Size de sevgiler, Zapere;)

justine dedi ki...

Şiir için teşekkürler Mehmet, kitaplar aklımda olacak. Çok sevgiler.