Perşembe, Şubat 13, 2014

tekrar

 


Hey!
Uzun süredir böyle ünlemli başlangıçlardan korkuyorum, daha sakin, daha sessiz, mümkünse fısıl fısıl konuşmak, ruh halime, hastalığıma ve soğuk algınlığı ilaçlarıyla uyuşan kafama iyi geliyor. Öyleyse bu ünlem sadece ve sadece uzun ayrılığın işareti olsun, burayı özledim, bir de bunun.  Ötesi, anlamsız baş ağrısı.  
Hemen üstte fotoğrafını gördüğünüz, yumuşaklığını, sıcaklığını  ve lezzetini -maalesef- sadece tahmin edebileceğiniz (kendim yaptım diye demiyorum, bana inanın, nefis olmuşlardı) şu güzelim poğaçalar yukarıdaki iki tatlı bebek yesin diye yapıldı. Sabahın köründe -saat on benim için çok erken bir saat- kalkıldı ve hamur yoğrulup, sızlayan bir boğaz ve ağrıyan bir baş eşliğinde mayalanması için beklendi. Sonuç güzel oldu ama, Liliş ve Rüya poğaçaları sevdiler, eh benim için onların yüzlerinin gülmesi yeterdi, yetti mutlu oldum. Hastalığı filan unuttum, poğaçalar da servis edildiği gibi bitti. (çocuklarla zaman geçirince insanın dili işte böyle masal anlatır gibi oluyor) 

Size bir sır vereyim mi -hayatın anlamı değil, heyecan yok- hamur yoğurmak çoğu sorunu unutmak için (dikkat; "çoğu") harika bir yöntem. Hamur ellerinizin arasında ezilip şekilden şekle girerken siz de aklınızdakileri bir hâle yola koymaya çalışıyorsunuz. Eliniz ve enerjiniz hamurda ama aklınız bir türlü çözülemeyen sorunlarda, sonra hamur yuvarlaklaşıyor, yapışkanlığı azalıp o dillere pelesenk (kulak memesi!) kıvama ulaşırken sözünüzü dinlediğini de kanıtlıyor. Bravo bana, bunu başardıysam pekâlâ ona da derdimi anlatabilirim. Beni dinler, hamur kadar inatçı değil a, sonunda yumuşar ve bir şeye benzer. Hmmm... Acaba? Burada durmalı.

Az su içiyormuşum, bir yudum su içip içtiğim sudan daha kocaman güldüm. Hamur, sadece hamurdur, pişerken çıkardığı mis koku ve yoğurmanın sağaltıcı 'lokal' etkisi dışında başka hiçbir şeye derman olmaz. Fazlasının bel çevresinde yaptığı ciddi etki ise diyetisyenlerin derdi olsun. Ben, az önce yaptığım komik, kişisel sorun benzetmesini temizleyeyim yeter. Arkamda iz bırakmam hanımlar beyler, bazı sorunları çözemiyorsam çözülmüyordur, bunu bilirim. That's it.;p Allende, yıllar önce burada da bahsettiğim afrodizyak yemeklerle ilgili kitabındahamur yoğurmanın maharet istediğini, fakat bundan da önemli olanın niyet olduğunu yazmıştı, aklımda öyle kalmış. Ağır, hantal, hafif, ürkek, nazik, güçlü çeşit çeşit ellerin olduğunu ve aşk yaparken olduğu gibi hamuru şekillendirirken de bu ellere yol gösterenin niyet olduğunu söylüyordu. Çok haklı, ben o sabah yataktan sevimli yeğenlerimi mutlu etmek için kalktım, dua tuttu, maya gibi. 

Bu yazıyı yazarken yazı için seçtiğim bin değil milyon yıllık müzikleri dinliyorum. İçlerinden bir tanesi beni çok eskiye götürdü; Schubert'in mi bemol piyano üçlüsü (piano trio in e flat) Kubrick'in Barry Lyndon'ının neredeyse karakterleri kadar önemli parçasıdır. O filmi, şimdi ancak antikacılarda bulunabilecek bir bilgisayarda izlemiştim. Devletin üzerine kocaman ve çirkin bir boyayla numarasını yazdığı, estetikten yoksun demirbaş ekranında akan "inanılmaz estetik" görüntülere bakarken ben, bir hayat bundan daha hüzünlü olamaz demiştim. Tuhaftır, Barry Lyndon bana Voltaire'in eğlenceli Candide'ini hatırlatır ama filme kitaba güldüğüm gibi gülmem. Filmi neredeyse unuttum gitti, müzik ise tablo kıvamında filmin hafızama asılmış parça parça görüntüleri gibi kulağımda asılı kalmış, silinmiyor. Tekrar izlemeli. 

Belki hiçbir sorunu çözemem, planlar kurulduğu yerde tozlanmış durur, her gün bir önceki günün reprodüksiyonu gibi benimle dalga geçer, zamana ve insana asla ayak uyduramam ama hangi filmler tekrar izlenmeli, hangi kitaplar tekrar okunmalı ve hangi müzikler sonsuza kadar dinlenmeli bunu iyi bilirim, bu da bana yeter. Unutmadan; gecenin üçünde hangi şiir iyi gelir, yatağa usulca girmeye yardımcı olur bunu da iyi bilirim, bakın sağlaması hemen aşağıda;

"Kendini bir örnek olarak mı sunuyorsun?
 Bir gül gibi açabilir mi insan
 kendi hassas özünü çoğaltarak?
 Yoksa işini yapmak yeterli mi?
 Çünkü iş denmez
 bir gül olmak için yapılana.
 Tanrı, pencereden dışarı bakarken
eve çekidüzen veriyor."*

------------------

* Rilke, güle böyle sormuş, ben Ursula K. Le Guin'in Gülün Günlüğü/Rüzgârgülü kitabında okudum bu şiiri. Geceleri yatakta bu kitaptan bir öykü okuyup uyuyorum, istisnasız tüm öyküler şaşırtıyor. Bir şair güle delirtici sorular soruyor, bir yazar tüm karakterleriyle düzene meydan okuyor, sonra bunları okuyup huzurla uyumanın duasını eden bir kadın -yok hayır, bir şaşkın- hep ama hep yanılıyor, kabuslarla sabah ezanında uyanıyor. Hiç şaşmaz.