Cumartesi, Şubat 28, 2015

çığ

(Paul Signac / Sunday)

"her zamân sûz-ı firâk olmaz visâl erdi açıl / âlem-i aşkın da yahyâ kışı var hem yazı var"*


Sözümde duramadım, unuttum buraları. İş güç, şu bu, izinler, eve dönüşler vs. derken kaç ay olmuş yine. Zaman diye bir şey var mı bilemem, ama -varsa eğer- su gibi aktığına adım gibi eminim. Yarın yine iş var, onun için kısacık bir şeyler söyleyip gideceğim; bir önceki yazıda bahsettiğim portakal likörü oldu, çok da güzel oldu üstelik. Şimdi aklımda başka başka likörler yapmak var; muz, nane, kahve.. bakalım. Aklımda bir şeyler varken, kafayı bir şeye fena takmışsam yeni bir romana başlayamıyorum, geçen burada bahsettiğim tarzda kolaj kitaplar, kısa öyküler ya da deneme okuyabiliyorum sadece. Kötülük Üzerine Bir Deneme eğlenceliydi, su gibi aktı gitti, Sabahattin Kudret Aksal'ın Gazoz Ağacı'ndaki öyküler canım sıkıldığında yanımdaydı, Pamuk'un son romanı Kafamda Bir Tuhaflık -ilginçtir- çok hızlı bitti. Şunun için ilginçtir dedim; ilk başta hiç ama hiç sevmedim kitabı, dilini, karakterlerin eğreti hâllerini, anlatımdaki çiğliği, ama Orhan Pamuk çok iyi bir yazar, kendisini okutturmayı iyi biliyor, sonra yavaş yavaş ısındım karakterlere, kitabı bitirdiğimde ise ciddi üzüldüğümü hatırlıyorum. Hüzünlü bir kitaptı, büyük ihtimal zamanla unutur giderim fakat Mevlut'un Rayiha'yı "öyle güzel" sevmesini asla unutmam. 


(Force Majeure/Ruben Östlund)

Bunları geçelim şimdi, bu yazıyı yazma sebebim dün gece izlediğim film; Force Majeure. Uzun zamandır böyle güzel ve farklı bir film seyretmemiştim, kalbimi vuran film yine kuzeyden geldi. Beni bilenler bu lafı da anlar, kuzey sinemasını severim ben ya da şöyle diyeyim kuzey sineması stilinde çekilmiş filmleri severim, konum önemli değil. Film, İkea kataloglarından fırlamış gibi duran çekirdek ailenin bir haftalık kar tatilini anlatıyor. Çocuklarının yanında asla tartışmayan, bunun için otel odasının kapısı önünde trajik görüntüler veren "mantıklı" bir çift, sağlıklı ve güzel iki çocuk, mutlu ve huzurlu öğlen uykuları. Tatilin daha başlarında güzel bir öğlen yemeğine düşen "zararsız" bir çığ. Sonrası ise bembeyaz. Hatta şöyle olsun, filmdeki kadın karakterin bir cümlesini buraya yazayım; "Sonra her şey bembeyaz oldu." Bu filmi izlerken tutkalla yapıştırmaya çalıştığımız mutluluk fotoğraflarının ne kadar hassas ve kırılgan olduğunu, tek bir dokunuşla (ya da belki dokunuş bile yok, iradesizlikle) paramparça olacağını, ve bunu kabullenmenin ölüm kadar zor olduğunu anladım. Böyle sıkı filmler kolay kolay bulunmuyor tavsiyem olsun size. 

Yazının başına koyduğum muhteşem resim, Paul Signac'ın. Bu resmi yıllar önce, daha lisanstayken okul kütüphanesinde bir şeyler ararken görmüştüm. Filmi izlerken aklıma geldi ama bulmak kolay olmadı. Ne ressamın adını doğru düzgün hatırlıyordum ne de resmin ismini. Ama buldum! Hemen altındaki dizeler ise Şeyhülislâm Yahyâ Efendi'den, çok severim. Birbirinden apayrı üç şey; resim, film, dizeler benim kafamda buluştu bu gece, üstüne ne söylesem boş.

Müzikleri de dinlemeden geçmeyin, nefis bir grup tüm şarkılarına bayılıyorum.

*Şeyhülislam Yahyâ Efendi Divân'ından.