Perşembe, Mart 05, 2015

tanrım ona bir salıncak!




"...
Kadınsa kımıldamak ister, olmaz
Yer değiştirmek ister, olmaz
Solumak birdenbire
Gene olmaz
Olacak bir şey boşuna aranır, boşuna boşuna boşuna
Bir kaya daha çatlar
Başlar ufacık taşlar yuvarlanmaya
Eser bir silinti, bir sisin dağılışındaki öz
Çıkar o yunus balığı, o heykel
Yaz kelebeği, kapı
Sonra?

..............

Yitmek, hani durmadan yitmek, ulaşmak bir aşkınlığa
Var ya
Orada
Tek imge kayalardır, işte orada
Yaşar hiç konuşmadıklarınız, işte orada
Dışa vurmadıklarınız, şimdi orada
Her şey hep kayalardır; otlar da böcekler de, sular da
Günler de, zamanlar da
-Görünen bir zamandır çünkü orada-
Bir el yana düşmemiş, kaldı ki birden havada
Değilse bir hareket bu, yalnız orada
Orada
Bir ayak boyu yerde, bir kadın
Bırakılmış gibi yıllarca
Tanrım ona bir salıncak!
Taş kesilmesin diye taş
Donakalmasın diye boşlukta.

...
"

Unutkanlık bugünün en moda mazereti, onun için unuttum deyip geçmek imkansız, bir özür bulmak lazım. Çok  meşgulüz ondan böyle oluyor, hastalık filan değil, asla. Bu filmi çok çok önceden izleyeyim diye aklımın bir köşesine not etmiştim, unutmuşum. Bu akşam, -tüm uğursuzluğunun aksine- bana bu filmi hatırlattı ve sakinleştim. Güzel bir şarap açtım, unuttum, unuttum, unuttum, o sahneye kadar. Filmin konusu basitçe; bir kadının evcilleştirdiği biri yavru, dört deve ve güzeller güzeli köpeğiyle Avustralya çölünü baştan başa geçmesi. Bu yolculukta ona -iyi ki!- çok az insan eşlik ediyor, kendisine sponsor olan derginin fotoğrafçısı, yerliler ve rastladığı bir iki kişi. Robyn, insan sevmiyor, bunun nedeni önemsiz, etrafındaki bu gürültülerin hayatında yeri yok çünkü. Ama çöl gecesi, soğukta aklına düşen görüntüler önemli, en çok annesini özlüyor.

Ben Robyn'nin -özellikle soğuk verilen- karakterini sevdim, gülünce çok güzel olan yüzü, sabah onu uyandıran köpeği Diggity'yi öpüp koklaması, çöldeki yalnızlığı, yerlilerle anlaşmasında dilin pas geçilmesi, hepsi çok güzeldi. Aslında film olağanüstü filan değil, hatta bazı sahneler sıradan, üstelik bende alıp başını gitme isteği de uyandırmadı fakat o dinginlik sarsıcı. Hani bu tür filmlerin genellikle kaçma, her şeyi bırakıp uzaklara gitme etkisi vardır ya, filmdeki karaktere özenilir, "keşke" denir, ben filmde hiç böyle bir şey düşünmedim, ama bir sahne vardı orada takıldım. Kız, çölün ortasında yaşlı bir çifte rastlıyor ve onlara bir gece misafir oluyor. Birlikte yemek yiyor, scrabble oynuyorlar. O yaşlı çifte özendim işte, C. ile o yaşlı çift gibi olabilsek keşke dedim, her şeyden uzakta, çölün ortasında inanılmaz bir dinginlik. Sonra güldüm kendime, kelimelerle bile birbirimizi anlamak mümkün değilken sessizlikten yardım dilemek komik. Ya da belki; "kelimeler çok abartılıyor."

Film aklıma Edip Cansever'in Salıncak şiirini getirdi. Daha önce burada o şiiri ne kadar çok sevdiğimden bahsetmiştim, tekrar hatırlamak iyi oldu. Çünkü bazen unutmak ölümdür.  

"Tanrım ona bir salıncak!
Bir gidip bir geliversin diye boşlukta"