Çarşamba, Eylül 23, 2015

iyi olduğumuza sevindim*



Kuş bakışı nasıldır, neye benzer bilemem ama kuş duruşunun farkındayım; soğuk, umursamaz ve dikkatli. İzindeyken, C.'nin evinin balkona benzeyen ama balkon olmayan köşesinde, kombinin hemen üzerine yuva yapmış güvercini izlemek sabah rutinim hâline gelmişti. Çayı koymadan ona selam veriyor (yok, sesli değil, o kadar şapşikleşmedim şükür), sonra da uzun uzun izliyordum havalı kuşu. Bu bakışı merak eden başkaları da varmış, üstelik bu başkaları benim gibi kuşa hayran hayran bakıp şaşkınlığını içine atmamış, bu bakıştan esinlenip fıstık gibi bir de film yapmış. Geçen gece İsveçli yönetmen Roy Andersson'un muhteşem isimli filmini izledim, bizde "İnsanları Seyreden Güvercin" diye vizyona girmiş sanırım, ama ben motamot çevirisini daha çok sevdim; Bir Güvercin Bir Dala Konmuş Varoluş Hakkında Düşünüyordu, ne bileyim, varoluşçu bir kuş fikri müthiş geldi bana. Yönetmen filmin adını koyarken-ve hatta bence konusunu da o bakıştan almış- Brueghel'in meşhur The Hunters in the Snow tablosundan esinlenmiş. Ben Bunuel'i çok severim, bu filmi izlerken Bunuel sürrealizmi içindeymiş gibi hissettim kendimi, güzeldi. Filmin mizahı ise Kaurismäki filmlerindeki gibiydi, soğuk ve soğukluğu şiddetinde sarsıcı, çok ama çok komik. Eh, içinde bol miktarda Beckett karakteri de varken izleyip sevmemem imkansız olurdu, bayıldım tabii. Film hakkında yazan yazmış zaten, ben sadece tavsiye edip geçeyim, bir de, bir sahnesindeki konuşma-şiiri yazayım, burada dursun;

"
- Şiir neyle ilgili peki?
- Bir kuşla. 
- Bir kuşla mı ilgili? Ne tür bir kuş?
- Güvercin.
- Güvercinle ilgili demek. Peki bu güvercin ne yapıyormuş?
- Bir dalda oturuyormuş.
- Dalda mı oturuyormuş? Dalda ne yapıyormuş?
- Dinlenip derin derin düşünüyormuş.
- Dinlenip derin derin düşünüyor muymuş? Güvercin ne düşünüyormuş peki?
- Hiç parası olmadığı gerçeğini.
- Neyi düşünüyormuş?
- Hiç parası olmadığı gerçeğini.
- Hiç parası olmadığını mı? Tanrım!  Sonra ne olmuş?
- Uçup evine gitmiş.
- Sonra uçup evine gitmiş demek! Anlıyorum.
- Sonra da şiir bitiyor.
"
Down sendromlu küçük bir kızın öğretmeniyle konuşurken okuduğu şiir bu. Üzerinde konuşmak anlamsız, güvercin gibi durup derin derin düşünelim, sonra da uçup gideriz belki. 

----------------

- Lars Iyer'in Kuşku'su geçenlerde bitti, Şenay çok seviyor bu yazarı, onun için daha bir istekli okudum  ama onun kadar bağlanabildim mi kitaba bilmiyorum. Karakterleri sevdim (yine Beckett), dilini beğendim ve şimdilik bir kenara koydum kitabı, devam kitaplarını ne zaman okurum bilmem. 

- Beni çok heyecanlandıran, daha ilk cümlesiyle içine girdiğim bir kitaba başladım. Uykuyu beklemeli, eskili, eşyaların gölgesiyle yaşamalı, cüceli, yaşlı hanımlı, özetle sessiz mi sessiz bir kitap bu. Bilin bakalım hangi kitaptan bahsediyorum? Yazarı, benim gibi çok ama çok virgül kullanıyor diye saf saf seviniyorum okurken, uzun uzuuuuuun cümleler, bol bol virgüller, tam benlik.

Hardy'nin "Çılgın Kalabalıktan Uzak" kitabının son uyarlamasını izledim. Üzerinden epey zaman geçti ama yine de yazayım, beğendim çünkü. Görüntüler özellikle harikaydı, görüntü yönetmeni çok iyi iş çıkarmış izlemeye doyamadım. Zaten filmin yönetmenini de önceki işlerinden beğenirdim, bu filmin yönetmeni olduğunu bilmiyordum denk düştü, iyi oldu. 

- Arada izlediğim kötü ya da sıradan filmler var, onları yazmaya üşendim şimdi, belki Nick Cave belgeseli 20,000 Days on Earth'den bahsedebilirdim ama o da geçenlerde Cave'in başına gelen korkunç şeyi hatırlattığı için üzüyor beni, onu da geçelim. 

-Aklıma geldi; güvercin bakışlı filmdeki şu sahneyi izleyin, belki filmi seyretmenizi hızlandırır, çivi gibi sert, akla takılan, kolay kolay da çıkmayan bir sahne.

- Şu aşağıya koyacağım şarkıyı çok dinliyorum bugünlerde, eminim herkes dinlemiş sıkılmıştır bile, ne yapalım, dinlemeyenlere selam olsun madem.



-----------------

*Filmi izleyen, bu cümleyi de anlar.